Yıldız: Tiyatro Oyunu

Yıldız isminde bir tiyatro oyunu izledim 2025 yazında, önce Seğmenler’de, bir kez de 30 Ağustos Parkı’nda.

İzlediğim en iyi iki tiyatro oyunundan biri olarak gördüm. "İkisinden biri" demem birini diğerinden üstün tuttuğumdan değil. Şimdiye kadar bu denli etkilendiğim, bu denli beni alıp götüren, izlediğim için kendimi şanslı hissettiren iki oyundan biri oldu. Diğeri de Nadir Sarıbacak’ın oynadığı Yeraltından Notlar oyunu. (Beni o kadar etkilemişti ki, tiyatro ile ilgili fikrim değişmişti. Çok büyülüydü.) Nadir Sarıbabacak’ı o gün ancak oyun bitip de söyleşi için tekrar sahneye geldiğinde tanıyabilmiştim. Nasıl bir nasiplilikle orada bulunduğuma hala çok şaşırıyorum. Aradan yıllar geçti. “Neydi Yeraltından Notlar’da beni bu kadar etkileyen?” diye düşündüğümde çok azını hatırlayabiliyorum. İşte bu yüzden de, böylesi bir etkiyi bir kez daha yaşayınca hemen yazmak istedim. Yıllar sonraki kendim için bir not:

Yıldız oyununu izlerken, "Tam da olması gerektiği gibi," diye düşündüm. Yazanı (Deniz Dursun) kıskandım. Oyuncuya provada eşlik eden yönetmeni hayal ettim, onu kıskandım. Oyuncuyu (Mine Nur Şen) kıskanmadım; o beni aşar.

Öyle ahım şahım, kocaman bir metin değil. Yazar sanki gereksiz tüm kelimeleri silmiş. Çok mütevazı bir şekilde öyküsünü anlatmış. Oyuncuya yer açmış, rejiye yer açmış, izleyene yer açmış. Yıldız, Deadpool gibi sonundan başlıyor anlatmaya. Sonu belli, sonundayız hikayenin. Üstelik biz de oradayız Yıldız’la, aynı mekânda ve aynı anda. Bu sona nasıl geldiğimizi dinliyoruz ondan.

İlginç ki, Yeraltından Notlar da aynı şekilde, seyircilerin orada olduğunun farkında olan bir anlatıcıdan bu sona nasıl geldiğimizi dinlediğimiz bir buluşma olarak kurgulanmıştı.

Hikaye, klasik bir "kahramanın yolculuğunu" bütün duraklarıyla bize sunuyor. Kurgusu her ne kadar sondan başlasa da hikaye anlatılmaya başlanınca yıldızın cennetini dinliyoruz ilk önce. Sonra maceranın başladığını, Yıldız’ın kafesinden ve hatta evinden çıkıp onu maceraya davet eden ıhlamur ağacına uçuşunu, yolda kendisine müttefikler bulduğunu, müttefiklerinin bazılarıyla tekinsiz bir ilişki kurduğunu, onlardan emin olamadığımızı görüyoruz. Sonra o müttefiklerin içinden bazılarına Yıldız yol gösteriyor. Bazılarıyla yolları ayrılıyor. En sonunda da kimle kesişiyor yolu? Tabii ki kendisiyle!

“İşte buradayım” diyor Yıldız. Cennetten kovuluşunu, yalnızlığını, kırılganlığını, korktuğunu, cesaret ettiğini, hepsini anlattı. Sevdiğini de anlattı, sevildiğini de… Yıldız gerçek bir kahraman.

Yolda bazen kendi çaresizliklerine karşı kendisine çare üretiyor. Toplu taşımayı çözüyor bir muhabbet kuşu olarak mesela, çok gülüyoruz. Bir arkadaşının canını kurtarıyor, çok seviniyoruz. Onunla öyle özdeşim kuruyoruz, öyle yakınlaşıyoruz ki peki şimdi Yıldız ne olacak diye onun için çok endişeleniyoruz. Yıldız sonra bize anlatıyor: "Ben burada yaşayabilirim. Başımın çaresine bakabilirim." Kahramanın yolculuğun sonunda elde ettiği sihirli iksir de bu bence.

Bu kadar küçük bir gerilimle (“Bu sona nasıl geldik?”) bize Yıldız’ın “Yıldız” olduğu yolculuğunu dinleme sabrını bahşeden yazar, hepimizin hikâyesini anlatmayı başarmış. İnsan neden bir hikâye dinlemek isterse, işte o yüzden güzel bir hikâye bu. İnsanın bütün olma arzusunu, fantezisini ele alan klasik bir hikâye. Süslü numaralara başvurmadan, kendini izleyicinin üstünde bir yere konumlandırmayan bir yazarı var.

Hikayeyi güzelleştiren onun çok güzel detaylara, harika girişlere, çıkışlara veya geçişlere sahip olmasından ziyade hepimize uyacak bir yapıya sahip olması. Yıldızın hikayesini al, çocuk doğurma maceran olarak düşün, uyuyor. Yurt dışına taşınan arkadaşlarının hikayesi olarak ele al, uyuyor. Kendi hayat hikayen olarak ele al, uyuyor. İşte hepimizin hikayesi dediğim bu uyum, Yıldız'ın içimize işlemesini sağlıyor.

Oyunun çok dürüst bir rejisi var. “Dürüst reji”yi de ben uydurdum galiba. Hani Devlet Tiyatrosu’nda hikâyeyle aranıza girdiği için, bazen anlatılan hikayeyi anlamadığından şüphelendiğimiz, sinirlendiğimiz bir reji vardır ya, işte onun tam tersi. Yıldız’da oyuna hizmet eden bir reji var. Görünmez, anlaşılmaz bir tarz değil; hafiften eğlenceli, yaratıcı bir şekilde ışığı, sesi kullanabilen ve “ben bu oyunu parka taşıyabilirim” diyebilen cesur, olduğu gibi seyirciye kendini belli eden bir rejiden bahsediyoruz.

Peki, oyuncunun nesini beğendim? Bizden birisi oluvermesini mi? Dili çok iyi kullanmasını mı?

Yüksek tempolu bir oyundu ve bir saat boyunca böyle bir duyguyu en ufak bir şekilde zedelemeden bize ulaştıran ve gerçek bir kişilik sergileyen bir oyunculuk…. Bu tarz bir oyunculuk zannediyorum ki “Burada böyle yapayım, şurada şöyle yapayım” diyerek ortaya çıkamaz. Ancak oyuncu metindeki her satırın neden orada olduğunu, gerçek hayatta neye denk geldiğini çok iyi anlayarak böyle bir şey oynayabilir. Mine Nur Şen çok çalışmış da böyle oynuyor gibi hissetmedim (çok çalışmıştır tabii). Bir oyunculuk tarzı vardı; kendini bir karaktere bürümüş, hikâyenin her düğümünün anlamını kendince görmüş ve o an geldiğinde onu yaşayan bir oyunculuk sergiliyor. Ona eşlik eden reji de öyle güzel beslemiş ki oyuncuyu, belki çocukluğundan bir jesti, bir mimiği oyuna getirebilmiş Mine. Öyle olduğunu iddia edemem ama öyle hissettiğime eminim. Bizim anlayacağımız bir dili var, bizden öğrenmiş sanki konuşmayı (tıpkı diğer muhabbet kuşları gibi).

“Biz burıya sıyarız” dediğinde gıdıkladı bizi, dansıyla büyüledi, dalındaki çiçekleri tarif ederken izleyiciyi hem çiçeklerin orda olduğuna hem de mutluluğuna ikna etti. Türkçe’yi çok iyi kullandı. Bizim mahalleden, benim çocukluğumdan, bir arkadaşımın kıskançlığından, kardeşimin neşesinden almış da koymuş sankı Yıldız’a. Sağolsun.

Umarım onlarca yıl oynar bu oyun.

Buralara bir yere, tiyatrodan hiç anlamadığımı da eklemek isterim. Anladığım için değil, etkilendiğim için yazıyorum bu yazıyı, demiştim zaten. https://www.instagram.com/yildiz.oyun/

https://youtu.be/y_5QfuDp8ac?si=SKNM9K8wDcwjzjb9

https://www.tekperde.com/yildiz-adi-gibi-parlayan-bir-oyun/

https://open.spotify.com/episode/3JA1YOyRUcmTQyA6DnJ0kr?si=8fTOmBMgTFKbuB_qYOiReA&context=spotify%3Ashow%3A2nBnal76lzvJyDahu8lucY


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gece Yarısı Kütüphanesi – Matt Haig Kitap Değerlendirmesi

Yalnız Geldim