Ana içeriğe atla

Neden yazarız ki?

Merhaba.

Kendi ismimle bir blog açıp keşiflerimi, düşüncelerimi paylaşmak için plan yapmaya başlayalı çok oldu. Önce kendi alan adımı alıp  WordPress ile yönettiğim bir blog düşündüm. Sonra fark ettim ki ben öldükten sonra bir yıl içinde kapanacak bir blog için zaman harcamam tamamen saçmalık. Neden yazarız ki? Kalıcılık değil mi bizi, yani insanı, yazmak için ilk motive eden amaç!

Ben de kendimi harfleri yan yana getirerek modası geçmiş ve hiç silinmeyecek sandığımız bu sanal dünyaya resmetmeye niyet ettim. O mağaralardaki resimler gibi, sahibinin kudretini anlatan yağlıboya portreler gibi, heybetli anıtmezarlar gibi...

Bu blogda kendimden ne kadar bahsedeceğime emin değilim. Niyetim okuduğum üç beş kitap, izlediğim bir iki filmden de bahsetmek; bununla yetinmeyip bulduğuma heyecanlandığım meseleleri kendim için yazmak. 

Futbol hakkında da yazmak istiyorum mesela. Nasıl olsa kendi blogum. Ben futboldan ne anlıyorum bakalım? Herkes bir yerlerde bir şeyler yazıyor da; kimse benim futbol hakkında düşüncelerimi sormuyor. İşte bloglar da kimsenin size sormadığı halde cevap verebilmeniz için var.

Başka ne hakkında yazarım? 

"Çalışan baba" ilk blog fikrimdi aslında. Sonra @calisanbaba olarak instagram oldu o mesele. Güzel eğlendim aslında o hesapta. Sonra sonra biraz ne paylaşacağımı bilemediğim, babalık hikayemi istediğim gibi anlatamadığım hissi ile çok da paylaşım yapmadım. Fakat burada yine tüm çalışan babaların anlayışına sığınarak babalık hakkında yazabilirim. Instagram'da yazdıklarım uzun kaçıyordu, şimdi kimsenin okumamasını göze aldığım için daha rahat olacağım. Baba olunca hissettiklerim, çocuk sahibi olmaya nasıl karar verilir, Türkiye'de çocuk yetiştirmenin maliyeti nedir, ilk okula başlarken okul seçimi nasıl yapılır, özel okul fiyatları vb bayağı konularda başınızı ağrıtırım. 

Benim keyif aldığım bir konu da Excel. Yani açıkçası bu konuda blog yazan insanlar oldukça güzel yazılar yazıyor, videolar çekiyor. Ben de bu insanlardan daha iyi bilmiyorum Excel'i. Fakat dedim ya, hoşuma gidiyor. Bazen Excel'de bir problemi çözmek için yaratıcılığımı kullandığımda, ya da kullanmasam da çözümüm hoşuma gittiğinde bunu insanlara anlatasım geliyor. Bu blogu bunun için de kullanacağım. 

Bullet journal (imli ajanda), uydurmasyon ekonomi analizleri, şakacı şiirler, hikayeye dönüşmüş anılar, gezilerden notlar da olsa olur aslında. Onları da dahil edelim. Peki öğrenmekte olduğum işler? Mesela dijital pazarlama, SEO, click-up hakkında yazsam? O da olur. Sevdiğim yemeklerin tariflerini  versem? O da olur. Olur da olur. (Universkop.com kapsamına girmeyen her konu olabilir. Universkop'un yeri Universkop)

Çok yazası olanlar geldi, yazsam roman olur diye sayıklayarak gittiler. Yazmaktan geri durmayanlar hiç değilse içlerini döktü. Şimdi sıra bende. Aylardan Haziran, bir pencere açtım kendime dışarı açılan. Kafiye yanlışlıkla oldu ama okumasın rahatsız olan. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yıldız: Tiyatro Oyunu

Yıldız isminde bir tiyatro oyunu izledim 2025 yazında, önce Seğmenler’de, bir kez de 30 Ağustos Parkı’nda. İzlediğim en iyi iki tiyatro oyunundan biri olarak gördüm. "İkisinden biri" demem birini diğerinden üstün tuttuğumdan değil. Şimdiye kadar bu denli etkilendiğim, bu denli beni alıp götüren, izlediğim için kendimi şanslı hissettiren iki oyundan biri oldu. Diğeri de Nadir Sarıbacak’ın oynadığı Yeraltından Notlar oyunu. (Beni o kadar etkilemişti ki, tiyatro ile ilgili fikrim değişmişti. Çok büyülüydü.) Nadir Sarıbabacak’ı o gün ancak oyun bitip de söyleşi için tekrar sahneye geldiğinde tanıyabilmiştim. Nasıl bir nasiplilikle orada bulunduğuma hala çok şaşırıyorum. Aradan yıllar geçti. “Neydi Yeraltından Notlar ’da beni bu kadar etkileyen?” diye düşündüğümde çok azını hatırlayabiliyorum. İşte bu yüzden de, böylesi bir etkiyi bir kez daha yaşayınca hemen yazmak istedim. Yıllar sonraki kendim için bir not: Yıldız oyununu izlerken, "Tam da olması gerektiği gibi," d...

Çiğ Köfte

Bir grup insan malum hedef doğrultusunda bir evde buluşur. Çiğ et, bulgur, salça ve envai çeşit baharatı macun haline getirinceye kadar yoğuran kişiyi izler. Kocaman bir sofrada hep birlikte yerler. Bunun adı çiğ köfte. Çiğ köfte ortaya çıkan yemeğin adı değil. Buluşmanın adı. Çiğ köfte insanların toplanıp, yoğurulduğunu izledikleri çiğ köfteyi yedikleri buluşma. “Cuma Osman Bey’lerde çiğ köfte var” dendiğinde öyle anlaşılırdı bizim evde. Ben bu otantik törenlere katılanlardan biri olmamın kıymetini anılarımı anlatırken fark ettim. Bir deneyimi anlattıktan sonra anlamı değişiyor. Osman Amca yoğurmayı çok severdi. Kendi yöntemlerine çok güvenirdi. Onlarda buluşulduğunda doğal olarak kendisine ait olan yoğurma imtiyazını kimseye devretmezdi. Kaldı ki bu çiğ köfte liginin kulüpleri olan ailelerin reisleri de kendi evlerindeki buluşmalarda leğenin başına geçemeyeceklerse çoğunlukla ona devrederdi hakkını. Ayda bir, birinin evinde buluşuluyordu sanıyorum. Çiğ köfte yoğurulurken ev sahibi ka...

Gece Yarısı Kütüphanesi – Matt Haig Kitap Değerlendirmesi

Kitap hakkında daha önce yazılanlara bakmadan, sadece kitapla ilgili değerlendirmelerimi sunuyorum. Bir düşünce deneyi gibi bir hikâye anlatıyor kitap. Büyük bir hikâye. Büyük bir düşünce deneyi! İnsana hayatının, hayatta olmasının ne kadar büyük bir şey olduğunu hatırlatıyor. Hayatımın “hayatta olmak” kısmının önemini çok hissettiğim bir döneminde iyi geldi bu hikâyeyi dinlemek. (6 Şubat depremlerinde çok giden oldu. Kitlesel bir ölüm anı ile karşılaştık. Ayrıca yakınlarımdan da hayatını kaybedenler oldu. Hayatta olmanın, birinin hayatta olmasının ne kadar büyük bir önem arz ettiğini hissettim.) Bazen hikayeler bize yeni kapı açmaz. Bizdeki deliklerin içinde akar foşur foşur. Genelde sevdiğimiz hikayeler bizde delik açan hikayeler değil. Deliklerimize uygun, gediklerimizi doldurup geçen şeyler. Bu da öyle. Adeta sörfçünün bir dalga üzerinde akıp gittiği gibi bir okuyucu olarak hikaye ile birlikte akıp gidiyorsunuz. Kitabın ilk kısımlarında henüz sahilden dalgalara doğru yol alan sör...