Sıcak Kafa: Netflix Dizisi
Yerli distopik bilim-kurgu dizi çıktı!
Sıcak Kafa Netflix için sanki bir dizi olmaktan öte, Netflix’in kendini Türkiye’de kalıcı kılmak için ortaya attığı en son bomba. Diziyi Netflix’in pazarlama stratejisi açısından ele almaya, Netflix’in diziyi piyasaya sürmesini ve dizinin kendisini izlerken düşündüklerimi küçük başlıklarda anlatmaya çalışacağım.
Bir kitabın uyarlaması olan diziyi kitabı okumadan değerlendirmek de deli işi. Olsun, kitabı edineyim, okuyayım derken çok zaman geçer. Kitabı okursam gelir bu yazıya cevaben bir ekleme yaparım. Zaten ben dizinin kendisinden çok Netflix’in diziyi paketlemesini ele alacağım.
Netflix neden önemli?
Bu diziyi Netflix dizisi olarak değerlendirmek zorundayız. Dizinin içeriği ve sunulma şekli Netflix’in kendine has bir yayıncı olarak kullanıcı gözündeki özgünlüğünü korumak ve güçlendirmek adına yaptığı bir marka yönetimi operasyonu gibi. Bu durum sadece Sıcak Kafa için değil, başka içerikler için de geçerli. Bu yazıda sadece Sıcak Kafa ile sınırlı tutayım, siz gözlemledikçe aynı çerçevede başka örnekler de fark edeceksiniz.
Kapsayıcılık
“Netflix içeriklerinde LGBT+ temsiline önem veriyor” önermesini Netflix bilinçli olarak yaratıyor ve besliyor. Bu durumun bilinmesi, anlaşılması Netflix’in markasını büyütüyor. Netflix’in bir kişilik kazanmasında rol oynayan, en çok bilinen özelliklerinden biri bu. Bir “pazarlama” faaliyeti olarak Netflix içeriklerinde LGBT+ karakterlere sık sık yer veriyor. Başka kanallarda olmayan, başka yayıncılarda olmayan bu karakteristik özellik Netflix’in bir kişilik olarak aramızda dolaşmasına, kendisine ilişkin özellikler olduğuna ve markanın bir kişilik taşıdığına ikna olduğumuz sürecin ilk basamağı.
Bu durumun arkasında Netflix’in LGBT+’dan daha geniş bir kesimi öncelediği “kapsayıcılık” politikası var aslında. “Farklı” veya “öteki” diye nitelenenlerin temsiline önem vermeye çalışıyor. Bunu pazarlama amaçlı yapıyor, marka kişiliğini ortaya koymak için yapıyor diyorum ama Netflix’in yaptığını kıymetsizleştirmek istemem. Doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü olarak görmeye gerek yok. Netflix’in bu politikaya sahip olmasının Sıcak Kafa dizisi açısından önemini sorgulamamız gerektiği için bu konuya değindim sadece.
Bu kapsayıcılık politikası Sıcak Kafa dizisinde de kendisini gösteriyor: Dizide önemli karakterlerden bir tanesi Şevket Çoruh’un oynadığı “Anton Tarakçı” karakteri.
Küçük bir çocukken babamdan öğrenmiştim Ermeni’leri. Onlar aslında buradaydılar, varlardı; tarihte üzücü olaylar olmuştu; evlerini, memleketlerini terk etmişlerdi. Soy isimleri meslekleri ile ilgili idi. Genellikle “-çiyan” ile biten soy isimlerinin içinde Türkçe kelimeler olması çok ilgimi çekerdi.
Bu yazıyı bir sünni-Türk çocuğu olarak Ermeni varlığı ile nasıl karşılaştığımın hikayesiyle boğmayacağım. Yine de Anton karakteri ile karşılaştığımda yaşadığım afallama ile çocukluğumdaki karşılaşma hallerinin birbirini zihnimin kıvrımlarında şıp diye bulduğuna değinmesem olmaz.
Anton karakterinin adı neden Anton? Diziyi izlerken Anton ismini duyunca “dizideki evren uluslararası mı?” diye düşünmüştüm ilk önce. Sonradan anlayabildim Anton’un da Murat kadar, Özgür kadar bu topraklardan bir isim olduğunu. Benim gibi düşünmek ve düşünerek bir gerçekliği fark etmek zorunda kalanlar, -belki yıllar sonra- Anton isminin Ermeni ismi olarak bu topraklara ait olduğunu fark ettiğinde bu ülkedeki Ermeni varlığını hatırlayacak binlerce kişi var. Netflix bu noktada diziye imzasını attığı gibi, dizi sayesinde marka kişiliğini de beslemiş.
Açık hava reklamcılığı
Sıcak Kafa dizisi çıkarken Ankara – İzmir – İstanbul şehirlerinde açık hava reklamcılığının nasıl yapıldığını gözlemlemiş oldum.
Ankara’da Sıcak Kafa dizisinin çıkacağını bu reklam çalışmalarından öğrendim. Her yer sarı kafalar ile doluydu. İzmir’e gittiğim gün dizi gösterime girdi. Birdenbire o sarı kafaların yerinde ünlü oyuncuların fotoğraflarını görmeye başladım. Sıradan fotoğraflar değil. Bambaşka bir evrene işaret eden, kendine has bir estetik anlayışı ile düzenlenmiş, aynı takımın parçası olduklarını anlamakta zorlanmadığımız portrelerdi bunlar. Üstelik Haluk Bilginer, Şevket Çoruh, Osman Sonant gibi çok tanınmış oyuncuların portreleri idi bunlar.
Binalar, duraklar, billboardlar Sıcak Kafa dizisinin çıkacağını asla unutmamamız gerektiğini ispatlıyordu.
Sarı kafalardan gerçek yüzlere geçiş beni çok etkiledi. Sonra İstanbul’da yine Sıcak Kafa’nın bir “atmosfer” yaratacak kadar büyük ölçüde açık hava reklamcılığı ile şehre sunulduğunu gözlemledim. Bu kez gördüğüm, karakterlerin portrelerinin yanı sıra yine sarı kafalı afişlerin de kullanıldığı bir kampanya idi.
Netflix bu kadar reklamı neden veriyor? “Yeni bir dizi çekti, herkesin haberinin olması gerekiyor, insanları diziden haberdar ediyor” diye düşünüyoruz sanırım ilk bakışta. Oysa bence bu reklamlar dizinin değil, Netflix’in reklamı. Netflix kendisini bir “ürün olarak” tanıtıyor. Bu reklamlarda şimdiki kullanıcı veya gelecekte kullanıcı olabilecek potansiyel kullanıcı için verilen mesaj: “Netflix ana akımdır” mottosu. Wednesday dizisi ile dünyada esen Atmosfer, Sıcak Kafa üzerinden Türkiye yerelliğinde estirilmiş oluyor bu reklamlar sayesinde. “Netflix ana akımdır” marka kişiliğininin bu dizi ile en çok öne çıkan unsuru bu yüzden.
Bu diziyi herkesin izlediği, herkesin konuştuğu yönünde bir reklam yapılıyor. YouTube’da Barış Özcan diziyi izlemeden dizi hakkında video çekiyor. (O video reklam değil diyenler beni msn’den engellesin) Bu kadar büyük bir reklam yatırımı ile ortaya bir “değer” çıkıyor. Herkesin dilinde olan, herkesin haberdar olmak istediği, ortamlarda sohbete dahil olmak istiyorsanız izlemek isteyebileceğiniz bir “dizi”. Bu yüzden olsa gerek “dizi içeriğinde eser miktarda yer alıp reklam görsellerinde başrol gibi yer verilen Haluk Bilginer imajları”. Diziyi izlemeyen izlesem mi diye düşünüyor; beğenmeyen izlemedim diye konuşuyor, izleyen de sohbetini açıyor. Dizideki bulaşıcı abuklamaya benzer şekilde, konu dilden dile salgın gibi yayılıyor.
Dizi için esas alınan kitabın yazarına, senaryo ekibine, oyunculara, set çalışanlarına, sanat ekibine haksızlık etmek istemem. Bu ekip diziyi çekmiş. Ama onların yaptığına üretim diyeceksek Netflix adeta bu üretimin çıktısına “ara mamul” muamelesi yapmış. Almış o ara mamulü bambaşka bir ürüne çevirmiş. Pazarlama’nın değer yarattığı bir örnek olarak bu hikâyeyi kendime not ediyorum.
Bu reklam çalışması ile Netflix ekibi markalarının kişiliği hakkında “Netflix ana akımdır” önermesini soğuk kafalarımıza kazıdı. Helal olsun diyelim.
Sonuç
Sıcak Kafa tam bir Netflix içeriği.
Not
Bir sonraki yazıda dizinin içeriğini “güvenlikleştirme” kavramı eşliğinde ele almayı düşünüyorum.
Yürüdüğüm her caddede, girdiğim her metro istasyonunda, gittiğim her yerde o spesifik SARI ve SICAK KAFA beni sürekli takip etti. Sosyal medyaya kaçayım dedim, aralardan derelerden çıkıp suratıma sarı sarı BAĞIRDI. Bir Netflix tüketicisi olarak hiç izleyesim yok, hatta aşırı öfkeliyim. Trendyol ve Hepsiburada'nın TURUNCU diye çıldırdığı Kasım ayında yaptığım gibi, Sıcak Kafa'yı da cık cıklıyorum. Yani, evet, sadece cık cıklıyorum ve öf pöflüyorum, bir yandan bu markalara para yatırmaya devam ederken. Alternatifleri olsa diyorum, hemen terk ederim bu pisleri. Ama alternatif markaların da her şeyi gözümüze gözümüze sokmadan birer alternatif olabileceklerinden oldukça şüpheliyim.
YanıtlaSil