Yalnız Geldim
Hastaneye gidiyoruz
Efe ve Ece’yi bir şekilde ikna ettim, MR çektireceğim hastaneye benimle gelmeyi kabul ettiler. Dikmen’deki eski Diyanet hastanesi, 29 Mayıs devlet hastanesi, beni çok şaşırtarak muayene olmamdan 1 hafta sonrası için MR randevusu vermişti.
Aynı hastanede tam bir yıl önce muayene olduğumda doktorun istediği ultrason için ilgili birim “Önümüzdeki iki ay boyunca randevu vermiyoruz. İki ay sonra gelip randevu almayı deneyebilirsiniz” demişti. Bu açıklamayı da o kadar kolay elde edememiştim, bir çırpıda söylediğime bakmayın. Dikkat çekmek için bankonun önünde biraz kıvranmıştım. Hastanelerde görevlilerin önünde duran bankoların yüksek olmasının mantığını anlamıştım kıvranırken: Eğilerek görevli ile göz göze gelme şansınız olmuyor banko sayesinde. Sadece orada oturan isterse göz göze geliyorsunuz.
Neyse ne, sonuçta benim şimdi bir MR randevum vardı. Hatta, beni hastaneden arayıp “daha erken gelebilir misiniz?” demişlerdi. Randevum gecenin bir vakti, belki gece 1 falan gibiyken gün içinde arayıp akşam dokuz buçuğa aldılar.
İnsanın randevusu olunca o saatte işi hemen hallolur diye iyimser bir düşünceye kapılabiliyor. Bende de öyle oldu. ODTÜ’de buluştuğum iki arkadaşımı biraz çılgınlık yapalım, birlikte gidelim, benim işim hemen biter zaten, sonra size dondurma ısmarlarım diyerek kandırdım. Kandırmak da değil, ikna ettim. İkna da olmadılar aslında, delilik seviyelerine uygun geldi bu saçmalık. En deli iki arkadaşım olarak böyle bir saçmalığı benimle paylaşmış oldular sağolsunlar. Plan çok basitti, hastaneye gidecektik, ben hemen MR çektirip gelecektim, sonra da ne istersek onu yapacaktık.
Hastaneye giriyorum
Beni hastanenin önüne indirdiler. Varsayımlarımız batsın. Hastanenin önünde inip kapıdan gireceğim öyle mi?
Geceleri hastaneye acil kapısından giriliyormuş. Acil kapısı hastanenin arka tarafındaymış. Arabayı park etmeye giden arkadaşlarımı arasam verimsizliği büyütürüm diye düşünüp, “yürüyeyim” dedim. Hastanenin arka tarafına geçmek için bir üst sokaktan dolaşmam gerekti. Randevu saatime de çok az kalmıştı. Randevu saatinden sonra oraya gitsem işim çok uzayabilir diye düşünerek acele etmeye başladım. Dikmen’in nispeten az eğimli bir kısmında hızlı hızlı yokuş çıkıp bir üst sokaktan dolanıp acil girişini buldum.
Bir kaç kişiye yön sorup gönülsüz ve yetersiz yol tariflerinden faydalanarak birkaç yanlış koridora girip çıktıktan sonra modern fiziğin uygulama alanlarından faydalanacağım kata (-3 falan) ve koridora ulaştım.
Hastane, koridorları olan bir yerdir. Diğer yapılarda koridorlar bir yere gitmek için kullanılır, saygı görmezler. Hastanede ise, koridorlar önemli. Doğru koridorda olduğunuzdan emin olmalısınız.
Bu koridora aşinaydım. Çünkü bir önceki hafta doktordan çıkıp buraya gelmiş ve buradan randevu almıştım. Buradaki bankodan bilgilerimin okunabileceği bir barkod yapıştırdıkları bir form vermişlerdi. Formda doldurmam gereken kısımlar ve bilgilendiren metinler vardı. Doldurmamıştım ama gelirken yanıma almıştım. Biraz da fazla zahmet ile almıştım. ODTÜ’den hastaneye gelirken yol üstünde evin önüne park etmiştim arkadaşlarımı, hemen eve çıkıp ayakkabılarımı bile çıkarmadan alıvermiştim.
Sıra bekliyorum
Arka cebimden formu çıkardım. Beyaz kıyafetli görevli gelince ona uzatacaktım. Belki o gelene kadar bir kalem bulur, doldurulacak yerleri doldururdum. Dörde katlanmış kağıdı açtım. Açınca Trendyol’dan aldığım pantolonun faturası olduğunu fark ettim.
İşlerin iyi gitmediğini düşünebilirsiniz. Bu gibi noktalarda daha önce bulunmadıysanız öyle düşünmeniz normal.
Evet, hastanenin doğru kapısını bulamamıştım. Arabayla gelmiş olmama rağmen aceleyle 400 metre yürümüştüm ve ter sırtımdan çıkmıştı. Hastanede doğru düzgün yönlendirmeler veya bilgi veren görevliler olmadığı için acili sağından soluna taramış, saçma sapan yerlere girip çıkmıştım. Sıra aldığım esnada “gelirken bu kağıt yanınızda olsun” diye tembihlenerek verilen kağıdı arkadaşlarımı arabada bekletip 4. kata çıkıp almayı beceremeden gelmiştim.Fakat bu benim tercihimdi. Hayatımda hiç sorun çıkmayacak şekilde yaşayıp aldığım tedbirlerin maliyetini ödemektense az tedbirle yaşayıp ortaya çıkan aksaklıkların maliyetini ödemeyi biraz bilerek biraz bilmeyerek kendime yöntem edinmiş biri olarak bu gibi durumlara alışığim, bağışığım. Vardır bir çaresi.
Pantolonun faturasını katlayıp cebime koydum. Beyaz kıyafetli görevli gelince yanaştım, “Ben” dedim, “bana verdiğiniz kağıdı yanımda getiremedim”. Sorun etmedi, ismimi aldı.
“Tamam bekleyin, çağıracağız.”
Gördünüz mü?!
Beceremediğim şey o kağıdı yanımda getirmek veya tek seferde doğru kapılardan geçerek doğru koridora gelmek değildi. Randevunun tam olarak bir randevu olmadığını kabul etmeyi becerememiştim; işlerin Türkiye standartlarında ilerleyeceğini anlamayı becerememiştim. Kağıdı getirmemi umursamamaları ile bana verilen randevu saatindeki hata payının genişliği paraleldi yani. İyimser tahminlerim yüzünden arkadaşlarımı sandığımdan daha büyük bir saçmalığa ortak etmiştim.
Ben az önce sıraya girmiştim. O anda koridorda benden başka kimlerin olduğu önem kazandı.
“Türkiye’de yaşıyorum” farkındalığıyla darlanırken, eş zamanlı olarak koridorda anne kız olmaya son derece uygun yaşlarda (düpedüz anne kız olduklarına eminim aslında) iki kadının yan yana oturduğunu gördüm. Belli ki onlar benden önce isimlerini yazdırmış sıra bekliyorlardı. Başka oturacak yer olmasına rağmen yan yana oturduklarına göre, önümde 1 kişi vardı. Kafamın içi Türkiye’de yaşamanın getirdiği bazı özel modüllerle çalışıyordu işte böyle. Bunun gibi binlerce işlemi farkında bile olmadan yapıyoruz galiba her gün.
Kadınların yaşlarını pek tahmin edemedim. Daha genç olan, yani diğerinin yavrusu olduğunu tahmin ettiğim kadın, 18 yaşında da 30 yaşında da olabilir gibiydi.
Sonra bir kadın daha geldi. Kızıyla oturan kadının hemen hemen aynısı gibi bir kadın. Yaşı da kızıyla oturan kadına yakın. Kıyafetler de çok benziyor. Sonradan gelen kadın kızıyla oturan kadının geldiği yerden, aynı mahalleden yani. Kiloları ve boyları bile benzer. Sadece sonradan gelen kadın gevşekçe bir baş bağı takıyor. Daha az seküler.
Bana kıyasla çevre farkındalığı daha yüksekti daha az seküler teyzenin. Koridora girer girmez hepimizin farkında olduğunu hissettirdi bize. Nasıl yaptı bunu, hala merak ediyorum. Selam vermedi bana mesela, yine de bir bakışı, bir hareketi ile benim farkında olduğu fikrinin zihnimde belirmesini sağladı. Kendisine göre daha seküler olan versiyonuna kafa işareti ile selam verdi. Kısa süreliğine göz temasını kesip oturdu. Anne kızla aynı duvara yaslı, onlardan 2 metre ilerde, bankonun dibindeki tekli koltuğa oturdu. Koltuk süngerinin esnemesi ile nefesini boşalttı. Diyaframdan nefes alması ile birlikte bir şey söyleyeceğinin hepimiz farkındaydık artık. Dinlememenin ayıp olacağı bir durumdu. Söz almış gibiydi. Ama ben değildim muhatabı, anne-kıza hitaben konuştu.
“Yalnız geldim yaa!” dedi. “O diyor ki ben geleyim, öbürü diyor ben geleyim. Ona dedim ki o gelecek, ona dedim ki o gelecek.” Hikayeyi anlatırken karakterleri parmakları ile kodlamıştı. Sanki iki kişi kadının iki yanındaydı. Birinden bahsederken bir yanını, diğerinden bahsederken diğer yanını gösteriyordu.
Çıktım geldim kendim ya, ne olacak; kimseyi getirip şurda bekletmeye gerek yok yani, sonuçta makineye kendim gireceğim.
Bana da onaylattı bir bakışta bu durumu. Kafamı çok az yukarı aşağı sallarken hafifçe yana yatırdım. Yok pardon, önce yan yatırdım, sonra yukarı aşağı salladım. “Hiç itirazım yok. Ya ne yapacaktın, olması gereken de bu, bunu da düşünemeyen mi var” gibi bir metne imza atmış oldum o hareketle. Kadın beni durduk yere kendimle çelişir hale getirdi. Arkadaşlarımla gelmiştim ben be! Ah be kadın, ben de bir çılgınlık yaptım. Arkadaşlarımla geldim. Ama kimseyle paylaşamadım işte orda:
Arkadaşlarımla geldim! MR çekilmeye herkesin yalnız gitmesi mi lazım? Ona söylüyorum, senin işin bitince buluşalım diyor, ötekine söylüyorum başka gün görüşürüz diyor. İki tane arkadaşımı bi punduna getirdim, peşime taktım getirdim! Benimle hastaneye geldiler, çok mu!
demek isterdim. Gel gelelim, benim sadece bulunmama, duymama ve onaylamama yer vardı.
Kendimi yalnız gelen kadından çok farlı sanıyordum o sırada. Tamamen birbirimizin tersiyiz diye düşünüyordum. Kadınla ben aynı şeyi yapmıştık aslında. Çok sonraları anladım. O kendi dünyasının olağan akışında bir delik açıp yalnız gelmişti. Onun dünyasında onurlu insanlar, bu yaşlarda hastaneye yalnız gitmiyorlardı normalde. Benim normal dünyamda, kimseyi hastaneye giderken size eşlik etmeye ikna etmeniz mümkün değildi. İkimiz de normallerimizi yırtmışız meğer o akşam. Oysa ben o sırada, o koridorda kendimi çok yalnız; oradaki insanlara çok uzak hissetmiştim.Asık suratla bir o tarafa bir bu tarafa yürüyüp sıkıla sıkıla saate bakıyordum. Daha şimdiden benim randevu saati geçmişti, benden önce şu anne kızdan biri girecekti. Bir daha beyaz önlüklü gelirse ne kadar süreceğini sormak vardı aklımda. Bu da benim normalleri yırtmış olduğumun belirtileriymiş.
Kadınların arasında yeni bir sohbet gelişti. Aniden.
Yalnız gelen kadın burnunun ucunu kaldırarak sordu diğerine:
Neyiniz var sizin, ne için geldiniz?
Ne kadar da doğal ve basit bir soru…Oysa ben soruyu duyunca çok şaşırdım. Bana göre sağlık konusunda bir sorun yaşayan insana neyin var diye sormak için cevabı dinlemenin sorumluluğunu almış olmak gerekir. “Beynimde 8 cm büyüklüğünde bir kitle var, ameliyat edemiyorlar. Kitle büyümüş mü diye bakacaklar. Gerçi büyümüşse de bir şey yapamıyorlar ama belki ilaçları değiştiririz, yine de bakalım dedi doktor” diye bir cevap gelse ne olacak!
Gelen cevap ve diyaloğun gidişatı benim ne kadar boş kaygılarla hayatı kendime zindan ettiğimi ortaya koyuyordu. “Başım dönüyor da onun için bi bakalım dediler” dedi kızıyla oturan kadın. Rahatsız olmamıştı sorudan. Tabii ki buna da şaşırdım.
“Vertigo” dedi yalnız gelen.
Bu kadar basit bir diyaloğun her satırında içten içe şok olmaktan yorulmuştum artık.
“İşte şimdi aralarındaki diplomatik ilişki zedelendi. Taraflardan biri diğerinin kaygılarına çöp muamelesi yaptı. Endişeleri küçümsenen taraf diyaloğu kesecek” diye düşünüyordum. Ancak taraflardan biri değil de, taraflardan birine yakın olan biri söz aldı. Yani başı dönen teyzenin yavrusu olduğu tahmin edilebilen kadın. Rahatsız olmuştu bu teşhis girişiminden. Dudağının kenarında gizli bir dikiş varmış gibi ağzı yamuldu, kafası eğildi, gözü seğirdi. “Yani vertigo olsa anlaşılabiliyor o başka tetkiklerde” dedi. “Tetkik” dedi. Bu bir çıkış sayılabilir bence. Aydınlanmanın temsilciliğine mi soyunuyor acaba; hayatta en hakiki mürşit ilimdir tabelası mı diye düşündüm ben ama başkaymış derdi. Anası kızının derdini umursamadan “Sizin neyiniz var” dedi. Yalnız gelen kadın “Başım ağrıyor” dedi. Çok ağrıyormuş başı. Bazen dayanamayacağı kadar ağrıyormuş. Detaylarıyla anlattı. Az önce vertigo olduğu iddia edilen kadın “Migren o” dedi.
Taraflar çatışma içinde olmak bir kenara, adeta birbirlerine karşılıklılık ilkesi kapsamında serbest dolaşım hakkı tanımışlardı.
Başı dönen teyzenin yavrusu ilkinde alamadığı neticeye ulaşmak umuduyla sanıyorum, ikinci çıkışını yaptı. Bence o da çatışmasızlıktan rahatsız olmuştu. “Baş ağrınız akut gelişen bir ağrı mı?” diye sordu. Sorunun uygunsuzluğu çok hoşuma gitti. Artık sohbetin gidişatının beklenmedik bir rotada ilerlediğini kabul ettiğim için beklentisizce, tenis maçı izler gibi diğer tarafa çevirdim kafamı. Aslında bir yandan da vertigo olduğu iddia edilen kadının yavrusunun bu çiğ “ben tıp okuyorum” çıkışından utanacağını; yalnız gelen kadının “akut ne kızım Türkçe konuş” diyeceğini, benim yabancıladığım yabancıların arasındaki pürüzsüz ilişkinin bozulacağını beklemiştim. Beklentimin bu olduğunu fark ettiğim anda bunun gerçekleşmeyeceğini de tahmin edebildim. O zaman tam tersi, yani bu yersiz sorunun işleyen düzeni bozamaması benim beklentim oluyordu. İki tezat fikir içimde kaynarken baş ağrısından muzdarip teyze ustalıkla yanıtladı bu çıkışı. “böyle üstten arkaya doğru ağrıyo kızım” dedi. Tıp okuduğu belli olsun isteyen kızın ikinci çıkışı da buharlaşmış oldu böylece. Annesi yine umursamadı. “Enseye doğru iniyo’sa migrendir” dedi kafasını sallayarak.
Enee
YanıtlaSil